Avrupa bu yıl da başörtüsü meselesini "insan hakları ihlali" görmeme konusundaki istikrarını sürdürdü hem de Kürt meselesi Alevi sorunu dinî azınlıklar gibi birçok konuda kaynak kabul ettiği muteber insan hakları kurumlarının ısrarla "yasak bir insan hakları ihlalidir" demelerine rağmen.
Türkiye'deki en ufak sorunların tespitinde elinde büyüteç dedektiflik yapan Brüksel başörtüsünde körlüğünü derinleştirmeyi tercih ediyor.
Başörtüsü yasağını görmezden gelen bu tavır Brüksel için hem utandırıcı olmaya başlamış ve hem de Türk kamuoyu açısından kendi itibarını hızla yıpratan bir sürece dönüşmüştür. Bu tavır hem ayıptır hem de çelişkilidir.
Ayıptır ve çelişkilidir; çünkü bu yılki raporda Kürtler Aleviler Ermeniler Ortodoks Hıristiyanlar Yahudiler Yahova Şahitleri eşcinseller trans¤¤¤¤üeller lezbiyenler bi¤¤¤¤üeller ve travestilerin karşılaştıkları sorunlar tek tek ele alınırken ve maruz kaldıkları ayrımcılık ayrıntılandırılırken (kimsenin hakkında gözümüz yok yanlış anlaşılmasın) çoğunluğun sorunlarına sırt çevirmek bütün dünyaya standartlar üretme iddiasındaki Avrupa'ya yakışan "medenî" bir yaklaşımdır mıdır?
Bu itirazlara Avrupa iki temel cevap veriyor.
Birincisi Avrupa'da başörtüsüne ilişkin ortak bir yaklaşım olmadığı iddiası. Bu tamamıyla yanlış. Çünkü AB'nin bu konuda ortak bir yaklaşımı var o da 27 ülkenin hiçbirinin üniversitelerinde başörtüsü yasağı yok Fransa'da bile. Kaldı ki AB'nin azınlıklar konusunda ortak bir tavrı mı var da Kürt meselesine dibine kadar angaje oluyor? Fransa'nın ya da Yunanistan'ın azınlıklar siyaseti ile İsveç ve Finlandiya'nınki ne kadar birbirine benziyor? Kürt meselesinde siyaset üretmek için "ortak bir Avrupa tutumu" ihtiyacı duymayan AB'nin başörtüsü meselesinde "ortak tutuma" sığınması AK Parti'nin -bir zamanlar yaptığı gibi- 301. konusunda sivil toplum kuruluşlarına yaslanması kadar tutarsız ve komik.
İkincisi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Leyla Şahin davası. "Şahin Davası'na Giriş" diye bir ders okutmak artık elzem oldu hem Avrupalılar hem de Türkiye'dekiler için. Şahin davasında Mahkeme Türkiye'ye "ne iyi ettin de başörtüsünü yasak ettin" demedi. Dediği şu: Bu meseleyi sen çözeceksin ben değil.
Azınlıklar konusunda AB'nin tutarlı gibi görünen bir mülahazası var. Diyorlar ki ideal demokratik bir sistem azınlıkların haklarının kuvvetlice korunduğu ve teminat altına alındığı bir düzeni öngörür. Elhak doğru. Türkiye'de Sünniler çoğunlukta olduğu için o kadar ilgili değil Avrupa Birliği demek ki. Peki Avrupa'da azınlık olan Müslümanlara yönelik yaygınlaşan ayrımcılığa neden aynı sertlik ve kuvvetle itiraz edilmiyor? Ya Müslümanlar azınlık sayılmıyor ya da sadece bazıları hakiki azınlık olabiliyor Avrupalı gözünde.
Başörtüsü sorununu görmemekte ısrar eden AB'nin önünde iki mühim tehlike var. Bunlardan bir tanesi geniş muhafazakâr kitlelerin desteğini kaybetmek. İkincisi de dindarıyla dinsiziyle Kemalisti'yle liberaliyle toplumun çok geniş bir kesiminde "Osmanlı'nın yıkılma sendromunu" tetikleme potansiyeli. Akademik olarak ayrıntıları tartışılabilir ama geniş halk yığınları Osmanlı'nın yıkılışının Batı'nın tahrik ettiği azınlıkların eliyle olduğuna inanıyor. Şimdiye kadar ulusalcı çevrelerin seslendirdiği "Brüksel sadece azınlıklara odaklanıyor" algılamasının yaygınlaşma tehlikesi çok ihtiyaç duyulan AB sürecine büyük darbe vurabilir.
Dolayısıyla Brüksel'in hızlıca başörtüsünün sadece başörtüsü olmadığını sembol aleminin çok yüklü olduğunun şuuruna varma vakti gelmiştir. AB Komisyonu bir sonraki raporunda Avrupa Parlamentosu'nun yaptığını hatırlamalı ve en azından soruna işaret etmelidir.